GüncelMakaleler

24 NİSAN | Geçmişten Günümüze Süreklilik: Ermeni Soykırımı… (4/5)

İttihat ve Terakki Partisi, “Ermeni Sorunu”nu kesin olarak çözmek(!) için harekete geçti. 2015 Nisan’ında “Tehcir Kararı” alındı. “Güvenlik” gerekçesiyle alınan bu karar, savaş bölgelerinin dışında, yurdun dört bir yanında, Trakya’dan, Karadeniz’e kadar uygulamaya konuldu. Bu pratik, Türk resmi ağızlarının Ermenilerin “Osmanlı’yı arkadan vurdular” söylemlerinin ne kadar yalan olduğunu da göstermektedir.

Mehmet Talat: Ancak Çölde Yaşayabilirler…

Almanya ile savaşa katılma kararı alan İttihat ve Terakki yönetimi, 1 Kasım 1914 tarihinde savaşa dahil oldu. İttihat ve Terakki yöneticileri, savaş öncesinde topluma yönelik “Ermenilerin güvenilmez ve kuşkulu bir halk olduğu” “vatanı ve ülkeyi parçalamak istedikleri” vb. propagandaya ağırlık vermişlerdi. Paylaşım Savaşı’nı fırsat olarak gördüler ve harekete geçtiler.

Aynı zamanda savaşı fırsata dönüştürerek Balkanlar’da, Ortadoğu’da kaybedilen topraklardan sonra en son ellerinde kalan Anadolu topraklarının da kaybedilmesi durumunda, bunun İmparatorluğun sonu olacağı düşüncesiyle korku ve panik içinde Küçük Asya’da yaşayan Ermeni ulusunu soykırım ile yok ettiler. Aynı zamanda tarihi ve sosyal geçmişi bulunan bir medeniyete de son vermiş oldular.

Doğu’da halka yönelik imha hareketlerini gerçekleştirecek Teşkilat-ı Mahsusa denilen örgüt kuruldu. Bahattin Şakir, bu örgütten sorumlu kılındı. Tamamen sivillere yönelik eylemlerde kullanılan bu örgüt, çeteler şeklinde örgütlendirildi. Önce hapishaneler boşaltıldı. Katiller, haydutlar mahkeme kararı ile salıverildi. Bu katiller, çetelere dahil edildi. On bin mahkum, Teşkilat-ı Mahsusa da “savaşçı” olarak görevlendirildi. Bunlara Kafkaslar ile Balkanlar’dan gelen muhacirler de dahil edildi.

İttihatçılar boş durmayarak Taşnakların Erzurum’da gerçekleştirdiği VII. Kongre’yi izlemek ve kendi önerilerini sunmak için Bahattin Şakir’i görevlendi. Kongre’de İttihatçılar, B. Şakir aracılığıyla Taşnaklara “Kafkaslar’da Ermenileri örgütleyerek, iç karışıklıklar çıkarmak ve Rusya’yı arkadan vurma” talebini ilettiler. Karşılığında ise “Doğu’da Ermeni vilayetlerinde özerklik verilecek” vaadinde bulunuldu.

Taşnaklar, Kafkaslar’daki Ermenilere karışamayacaklarını, bunun mümkün olmadığını, Osmanlı-Rus Savaşı’nda Anadolu Ermenileri olarak, Osmanlı’nın yanında, ülkenin savunulmasında savaşacaklarını resmi makamlara ilettiler. İstediklerini alamayan İttihatçılar, Kongreden eli boş döndü. Ama Ermeniler bunun bedelini “Tehcir Kararı”nda çok ağır bir şekilde ödediler.

Yurdun dört bir yanında katliamlara başlayan Teşkilat-ı Mahsusa, en tehlikeli gördüğü Hınçak Örgütü’nün yönetici kadrosundan 20’leri tutuklayarak, 15 Haziran 1915’te Beyazıt Meydanı’nda sabaha karşı idam etti. Yüzlerce taraftar tutuklanarak hapishanelere dolduruldu. 20-45 yaş arası tüm erkekler, eli silah tutan herkes askere alındı. Patrikhane’nin ve Taşnaklar’ın aldığı “ülkenin savunulacağı, ordunun destekleneceği” kararına Ermeniler uydu.

Ama İttihatçıların talepleri ile oyunları bitmek tükenmez hale geldi. Savaşa gidenler bir daha geri dönmedi. Akıbetleri hakkında bilgi alınamadı. Sağ kalanlar ise evlerine dönmelerine müsaade edilmeyerek öldürüldüler.

Yüzbaşı Torosyan’ın acı hikayesi bunu doğrulamaktadır. Torosyan, Çanakkale’de savaşta iken ailesi tehcir edilmiş, askerden firar etmiş, ailesinden kalan tek kişi olan kız kardeşini Arap çöllerinde bir kampta bulabilmiştir.

Teşkilat-ı Mahsusa katliamlarına karşılık Taşnaklar’ın özsavunması olan Van Direnişi, Osmanlıların ve bugün Türk “tarihçi”lerin, “bizi arkadan hançerlediler” diye en çok manipüle ettikleri olayların başında gelir. Van Ermenilerinin özsavunması, Cevdet Bey’in Van’a vali atanmasıyla başlamıştır. Cevdet Bey, İ. Enver’in kayınbiraderidir. Eski Van valisi Tahsin Bey’in yerine atanmıştır.

Van’a atandıktan sonra ilk işi 4.000 gencin seferberliğe katılmasını emretmek olmuştur. Ermeniler bu öneriye kuşkuyla yanaşmıştır. Cevdet Bey’in oluşturduğu muhafızların adı “Kasap Taburu” idi. Katliam emirleri verirken, elini dizlerinin altına getirerek “bu boydakiler bile” diyebilmiş ve tutsak aldığı Ermenilerin ayaklarına at nalı çakarak yaptığı işkencelere nedeniyle “Başkale Nalbantı” olarak anılmaya başlanmıştı.

Valiliğe çağrılan üç Ermeni temsilcisi tutuklanmış, ağır işkencelerden sonra öldürülmüştür. Öldürme işinde Vali, Çerkesleri görevlendirmiştir. Bilgi almaya giden Van milletvekili dahi tutuklanmıştır. Halkın kendini savunmak için direniş örgütlemekten başka çaresi kalmamıştır. Barikatlar kurulur. Fakat çevre köylerde binlerce savunmasız insan öldürülür. Rus birlikleri gelinceye kadar direnirler. Van’da 55.000 insan öldürülür.

Rusların ilerlemesi Bitlis’te durdurulur. Van’dan geri çekilmeye başlayan Ruslar, bütün Ermenilere Van’ı terk etmeleri çağrısında bulunur. Halk, Ruslar ile Kafkaslar yolculuğuna koyulur. Açlık ve hastalıktan binlerce insan yolda ölür.

Van artık “aErmenisiz, Ermenistan” olarak Türklerin eline geçer.

Ermenistan Erivan’daki Tsitsernakaberd tepesine 1967’de inşa edilen ve Ermeni soykırımı anısına inşa edilen anıt.

24 Nisan 1915: Kanlı Şafak!

1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı’nda, Rusların eline geçen Ardahan, Tiflis, Gümrü şehirlerinin yeniden ele geçirilmesi için Osmanlılar harekete geçtiler. İ. Enver’in bir zafere ihtiyacı vardı ve harekete geçildi. Kış yaklaşıyordu. Osmanlı III. Ordusu, bu donanıma sahip değildi. Almanlar, İ. Enver’i hareketten kaçınması için uyardılar. Buna rağmen İ. Enver, harekat emri verdi. Aralık’ta başlayan harekat Ocak’ta bitti. Askerler sert kış koşullarına dayanamayarak hayatlarını kaybettiler. 90.000 bin asker donarak öldü. Ruslar, Ermeni gönüllü birliklerinin de yardımıyla Osmanlı’yı geri püskürttüler. İ. Enver ise orduyu terk ederek İstanbul’a kaçtı.

İngilizler Çanakkale Boğazı’na dayanmış, Osmanlı Devleti parçalanmanın eşiğine gelmişti. Ülkede panik ve kaos hakimdi. İstanbul’a dönen Enver, Meclis’te ve basında yenilgi hakkında konuşulmasını yasakladı. Propaganda araçları devreye sokuldu. Yanlış bilgiler verildi. Zaferden bahsetmeye başladılar. Ama Alman ve İngilizlerin her şeyden haberleri vardı. Savaşın yenilgisinin faturası aranır ve soruşturulur olunca, günah keçisi olarak yine Ermeniler gösterildi. Yenilgi Ermenilerin “ihaneti”ne bağlanarak arkasından “Tehcir Karar”ı uygulamaya konuldu.

İttihat ve Terakki Partisi, “Ermeni Sorunu”nu kesin olarak çözmek(!) için harekete geçti. 2015 Nisan’ında “Tehcir Kararı” alındı. “Güvenlik” gerekçesiyle alınan bu karar, savaş bölgelerinin dışında, yurdun dört bir yanında, Trakya’dan, Karadeniz’e kadar uygulamaya konuldu. Bu pratik, Türk resmi ağızlarının Ermenilerin “Osmanlı’yı arkadan vurdular” söylemlerinin ne kadar yalan olduğunu da göstermektedir.

23-24 Nisan şafağında ilk tutuklamalar başladı. Taşnak Gazetesi Azadamard (Özgürlük Kavgası) çalışanları gözaltına alındı. Milletvekilleri, din görevlileri, doktor, avukat, gazeteci ve yazarlar, Ermeni halkının aydın ve ileri gelenlerinin tutuklanması ile devam etti. Bunların arasında tanınmış müzikolog-rahip Gomidas Vartabed’de (Soğomon Kevork Soğomonyan) bulunuyordu. Tutuklular önce bugünkü Haydarpaşa Garı’nda toplandı.

Oradan Ankara yakınında Ayaş yolu üzerinde bulunan Sincar’a sevk edildiler. Ne olduğuna anlam veremeyen ve akli dengesini yitiren rahip Gomidas’ı teselli eden P. Balakyan hemen yanında bulunuyordu. Gomidas daha sonra bu durumundan dolayı İstanbul’a geri gönderildi.

Bir dönem hastanede kaldıktan sonra, araları çok iyi olan Halide Edip Adıvar’ın eşi Dr. Adnan Bey’in araya girmesiyle Mehmet Talat’tan izin alınarak tedavisi için Paris’e gönderildi. Hayatını orada yoksulluk içerisinde kaybetti.

Kirkor Zohrab’ın tutuklanması ve ölüm yolculuğuna gönderilmesi ise acıların en büyüğüne tanıklık etmiştir. Bugünkü İstiklal Caddesi’nde M. Talat ile yemek yemişler, kağıt oynamışlar ayrılırlarken, M. Talat onu öpünce, “hayırdır neden öpüyorsun” diye sormuştur. O da “içimden geldi” diye cevaplamıştır. Fakat Beyoğlu’nda yüz metre yürüdükten sonra polisler tarafından tutuklanmıştır.

Erzurum mebusu Vartkes Serengülyan ile “yargılanmak” üzere Diyarbakır’a gönderilmiş ancak bir daha geri dönmemiştir. Vartkes kafasına kurşun sıkılarak infaz edilmiş, Zohrab ise kafası taşla ezilerek vahşice öldürülmüştür.

Kafilelerde yer alan tanınmış halk önderleri Aram Andonyan, Rupen Sevag Çilingiryan, Taniel Varujan, Dikran Kelekyan… Bugün dahi akıbetleri belli olmayan, binlerce tutuklu, yollarda açlık ve hastalıktan ya da çetelerin saldırısı veyahut Suriye çöllerinde ölüm yolculuklarında hayatlarını kaybetmişlerdir.

Kürt eşkiya reisi olan Alo’nun (Ali) emrinde çalışan Cemal Oğuz grubu; T. Varujan, R.S. Çilingiryan ve arkadaşlarının içinde yer aldığı kafileyi durdurarak önce elbiselerini çıkartmış, sonra kılıç darbesi ile kollarını kesmiş ve bağırsaklarını deşmiş, direnmeye başlayan Varujan’ın gözlerini oymuşlardır.

Yine Ermeni halkının en değerli ve güçlü kalemlerinden yazar Zabel Yeseyan da tutuklamalardan kurtulmak için gizlice ülkesini terk etmek zorunda kalmıştır. Paris’e gelip yerleşen Zabel Yeseyan, Sorbonne Üniversitesi’nde eğitim görmüş, hayatını Yerevan’da sürdürmüştür.

Ermeni halkının bir kısmı Anadolu çapında uygulamaya konulan sürgün kararı ve çetelerin saldırılarından korunmak için zorunlu olarak din değiştirme yoluna başvurmuştur. Bu dönem, Nisan 1915’ten 1Temmuz’a kadar devam etmiştir. Yurdun dört bir yanında Ermenilerin dinini değiştirmek şartıyla kalmalarına müsaade edilmişlerdir. Ama 1 Temmuz’dan sonra dinlerini değiştirseler bile sürülmüşlerdir.

İnsanlar dinlerini değiştirmek için resmi makamlara başvurarak, takibat ve ölümden kurtulmak için çare arayışı içine girmişler ama kabul etmeyenler sürgün kafileleri ile ölüm yolculuğuna, Suriye çöllerine doğru yola koyulmuşlardır.

Alınan Tehcir Kararı’yla Anadolu’da Ermeni halkının varlığının ortadan kaldırılması amaçlanmıştır. Ancak din değiştiren Ermenilerin sayısının fazla olması nedeniyle bu hedefin gerçekleşmesinin tehlikeye düştüğünü gören M. Talat, yazılı bir emir göndererek 1 Temmuz’dan itibaren “din değiştirseler bile sürgüne gönderin” talimatını vermiştir. Ermeniler ölümden yine kurtulamamışlardır.

Bazı şehirlerde bir gece ansızın gelen yetkililer, sabah sürgüne gönderilecekleri emrini vermiş, hiçbir şeyini satmaya fırsat bulamayan halk canını eline alarak sürgün yollarına dökülmüşlerdir. Bazı illerde ise çocuklarını komşularına teslim etmek zorunda kalan aileler olmuştur. Bu korkunç durumda Ermenileri saklayacak olanlar için de genelge yayınlanmış ve “bir Ermeni’yi koruyacak, bir Müslüman, Ermeni hanesi önünde idam edilecek, Divan-ı Harp mahkemelerinde yargılanacaktır” denilmiştir.

Tehcir edilen Ermenilerin akıbeti Musul’daki Alman Konsolos’un telgraflarına şöyle yansımıştır: “Suriye ve Mezopotamya çöllerine gönderilen kafilelerden önce, Fırat (Yeprad) ile Dicle (Tigris) nehirlerinin sürükledikleri cesetler geldi.” Meclis-i Mebusan’da 1914 yılında Balkanlar ve Kafkaslar’dan gelen muhacirlerin geleceği ve iskanı tartışılırken M. Talat, “muhacirleri oralara gönderip çöllere serpecek olsaydık oralarda cümlesi öleceklerdi” demişken; Ermen halkının “savaş önlemi” gerekçesiyle tehcire tabi tutulması, bu planın bilinçli bir yok etme politikası olduğunu göstermektedir.

Osmanlı, kendi vatandaşları olan Ermenilere çölleri reva görmüş, sürgüne göndermiştir. Fırat Nehri boyunca çöl sıcaklıklarında, açlık ve çete saldırıları ile karşı karşıya kalan halk; Meskene, Dipsi, Abuharar, Hamam, Sebka/Rakka en son Der-a Zor/Marat kamplarında arka arkaya sıralanmış ve ölüme terkedilmişlerdir. Halep çevresinde ise Mamura, Islahiye, Raco, Katma, Azaz, Bab, Akhterim, Munbic ve Mara kampları 1915-16 kış süresince kapatıldı. Sağ kalanlar, Fırat yolu üzerine ya da Res-ul Ayn’a (Serakaniye) gönderildiler.

Der-a Zor Cehennemi ve Salih Zeki

27 Mayıs 1915 Tehcir Kararı ile yurtlarından edilen Ermenilerin son durağı, soykırımın ikinci safhası olan Suriye çöllerinde Der-a Zor olmuştur. Der-a Zor’da sürgün edilen Ermeniler tarafından inşa edilen Ermeni kilisesi, Soykırım Müzesi ile Anıt Mezar bulunmaktadır.

Yerevan’da inşa edilen Soykırım Anıtı’nın bir benzeri ile Nahadagas kilisesi inşa edilmiştir. Şehitler anısına inşa edilen kiliseler ile anıtlar, Ermeni halkının kutsal değerleri arasında bulunmaktadır. Yeniden Diriliş ve Direniş simgesi olan, Der-a Zor’a inşa edilmesinin sebebi Ermenilerin Auschwitz’i olarak bilinen Margedeh’te bulunan toplu ölüm kamplarıdır.

Burada bugün hala soykırım izlerine rastlamak mümkündür. Suriye’de süren savaşta iktidarı ele geçirmeye çalışan TC destekli çeteler tarafından, Suriye’nin zengin tarihi dokusunu imha ettikleri gibi (dört bin yıllık Palmira Antik kenti), Ermenilerin bu tarihsel anıtları ve eserleri bombalarla parçalanmıştır. Bu olay Ermeniler arasında derin üzüntüye sebep olmuştur.

Soykırımın birinci safhasında Anadolu’da 800.000 Ermeni, kırıma maruz kalırken, ikinci safhasında 870.000 Ermeni, Suriye çöllerinde ölüme terk edilmiştir. İttihat ve Terakki Merkez Komitesi’nin kararında “Türkiye’nin bütün noktalarından, Ermeniler Zor Sancağı’na ve Mezopotamya’ya doğru yönlendirilmek zorundalar. Bu İttihat ve Terakki Komitesi’nin geri alınamaz, bozulamaz kararıdır. Bitirdikten sonra, kitle halinde Rumların dışarı atılmasına başlayacağız. Fakat şu an için, bu noktaya dokunmayacağız” denilmektedir.

Bu kararın uygulanabilmesi için Halep’te Sürgünler Müdürlüğü kuruldu. M. Talat’ın önderliğinde, başında Teşkilat-ı Mahsus’a şefi Bahattin Şakir ve IV. Ordu Komutanı A. Cemal’in de olduğu “özel bir ekip”, koordineli olarak çalışarak katliam ve kırım sevk ve idare edilmiştir.

“Ermeni Soykırımı’nda rol almış Talat-Enver-Cemal’den sonra en önemli kişilerden biri kim?” diye sorulacak olunursa Salih Zeki Kuşarkov’un adı öne çıkar. Salih Zeki Kuşarkov’un soykırım sırasında oynadığı role dair yeterli bilgi, belge vb. bulunmazken, Ermeni tarihçi Arsen Avagyan’ın Rusya Devlet arşivini titiz araştırma ve incelemesi sonucu yeni belgelere ulaşılmıştır. Ortaya çıkan ve kamuoyuyla da paylaşılan belgeler, Türkiye Devrimci Hareketi tarihini de çok yakından ilgilendirmektedir.

Bir Osmanlı bürokratı olan Salih Zeki Kuşarkov, meslek yaşamına 1913 yılında Manisa Kaymakamlığı ile başlamış, Rum Tehciri’nde aktif olarak yer almıştır. 1915-16 yıllarında yine Kayseri-Everek’te kaymakamlık görevinden sonra Der-a Zor Mutasarraflığı’na getirilmiştir.

Dönemin Mutasarraflığı görevinde bulunan Ali Suat Bey, yukarıdan gelen emirleri yerine getirmediği, Ermenilere iyi davrandığı şikayetleri üzerine görevinden alınmış yerine Salih Zeki getirilmiştir. Salih Zeki’nin mutasarraflığıyla birlikte, sürgün kamplarındaki Ermeniler vahşi uygulamaları ile karşı karşıya kalmışlardır. 200.000 Ermeni’nin hayatını kaybettiği Der-a Zor kırım ve katliamlarından sonra Salih Zeki “Canavar Zeki” olarak anılmaya başlanmıştır.

Salih Zeki’nin; Çeçen infazcılara ve çetelere “…rüşvete niye ihtiyacınız var? Şayet istediğiniz buysa evvela onları öldürün, sonra paralarını alın, imparatorluğa hizmet ediyorsunuz, bu sebepten işiniz meşru” diye akıl verdiği bilinmektedir. Yine bölgede bulunan bir muhabirin “senin için 10.000 Ermeni imha etti diyorlar, doğru mu?” sorusuna verdiği yanıt meşhurdur. S. Zeki soruya “benim namusum var. 10.000’e tenezzül etmem, daha çık bakalım” diyerek cevap vermiştir.

Arsen Avagyan’ın arşivlerden 1933 yılında elde ettiği S. Zeki’nin el yazmalarında kendi hayat hikayesini şöyle aktarmaktadır: “… İkiye ayırıyorum. I. dönem 1916’da bitiyor. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum. Çünkü burjuvaziye hizmet ediyorum. II. dönemde kendimi çok iyi hissediyorum, çünkü proletaryaya hizmet ediyorum” demektedir.

  1. Zeki hakkında bir başka kaynak ise şöyle yazmaktadır. İzmir-Aydın Osmanlı Mebusu (1912-19) olan E. Emmanuilidis anılarında: “…1917 yılında İstanbul-Beyoğlu’nda Salih Zeki ile karşılaşmış ve Salih Zeki ona 60.000 Ermeni katledip çocukları canlı canlı gömdüğünü, dışarıya çok ender çıktığını, insan yüzü görmek istemediğini, adının Zeki olduğunu ve intihar etmeyi düşündüğünü söylemiş…

İstanbul’da kurulan mahkemede hakkında çıkan tutuklama kararından sonra 1918 yılında Batum, Tiflis yolu ile Bakü’ye kaçmıştır. Orada Türkiye’den kaçan İttihatçılarla tanışır. TKP’nin kurucuları arasında yer alır. Bakü’de boş durmaz ve komünistler ile Kemalistler arasında bağlantıyı sağlar. TKP, önderi Mustafa Suphi ve 14 yoldaşı Kemalistlerle kurulan diyalogdan sonra, Türkiye’ye çağrılır.

Tuzağa düşürülen komünistler hatalarının bedelini hayatları ile öderler. M. Suphi’yle birlikte aralarında MK üyelerin de olduğu 14 komünist Karadeniz’de katledilirler. Kafilede bulunan Maria Suphi, çeteler tarafından alıkonulur ve cinsel işkenceye tabi tutularak katledilir.

Karadeniz’de gemilerde azgın sularda soykırım ile hayatlarını kaybeden Ermenilerden sonra Türkiyeli komünistler de aynı akıbetten kurtulamamışlardır. Karadeniz’in azgın sularında öldürülmüşlerdir. Bu komploda Ermeni Soykırımı’nda rol oynayan Salih Zeki’de önemli bir rol oynamıştır.

(Devam Edecek)

Makalenin diğer bölümleri için aşağıdaki bağlantılara tıklayınız:

Geçmişten Günümüze Süreklilik: Ermeni Soykırımı… (1)

Geçmişten Günümüze Süreklilik: Ermeni Soykırımı… (2)

Geçmişten Günümüze Süreklilik: Ermeni Soykırımı… (3)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu